Dehşet Yönetimi Kuramı (DYK, Terror Management Theory; Pyzszczyniski, T. Solomon, S.& Greenberg, J., 1986) önemli bir psikoloji kuramı olup, insan hayatına ve davranışlarına ilişkin birçok ipucu barındırmaktadır.
Dehşet Yönetimi Kuramı ile ilk karşılaştığımda insan güdülerine getirdiği açıklamalar ve verdiği doğru örnekler ile hemen dikkatimi çekti ve bende biraz daha araştırıp öğrenme isteği uyandırdı. Okudukça ve kuramı anladıkça, çok şaşırtıcı biçimde işletmeler açısından da geçerli olduğunu ve özellikle girişimcilerin davranışlarına yönelik bazı tespitlere açıklama getirdiğini gördüm.
Belki de ilk defa denendiği üzere, Dehşet Yönetimi Kuramı ile işletmeciliği bağdaştıran bir yazıyı kaleme alma düşüncesiyle yön verdiğim satırlarıma, karşılaştırma yapmadan önce, kuramı kısaca tanıtarak başlamak doğru olacaktır.
Kuram bize, diğer tüm canlılardan farklı olarak, ölümlü olduğunun inkar edilemez bir şekilde farkında olan insan için bu farkındalığın, yıpratıcı ve dehşet verici olduğunu; zira, tüm canlılarda olduğu gibi insanda da kendini koruma ve hayatta kalma içgüdüsünün mevcut bulunduğunu vurgulamakta ve bu nedenle insanların kabullenmek istemediği bu farkındalık durumundan olabildiğince kaçınmak istediğini söylemektedir. İnsanın, öleceğini bilerek yaşamanın vereceği dehşetten korunmasını da bu inkar durumunun sağladığı belirtilmektedir. İçgüdüsel olarak ortaya çıkan bu inkar durumu ise, bazı insan davranışlarını açıklar niteliktedir.
Normal şartlarda öleceğinin farkında olan insanın dehşete düşmesi ve sürekli olarak aklında bu düşünce ile yaşaması gerekmektedir. Oysa ki, 9-10 yaşlarından itibaren bu gerçeği kavrasak da, bilinçaltımız sürekli olarak bu durumu baskılamakta ve bizler davranışlarımızla, ölümsüz (geçici) olmadığımızı kendimize ve çevremize ispatlamaya çalışırız. Hatırlanma isteği, dünyaya kalıcı bir eser bırakma çabası vb. birçok davranışın temelinde de bu durum yatmaktadır.
Örneğin, neslimizi sürdürmek için çocuk yaparız, bir gruba dahil olmak isteriz, kendimizi diğer insanlardan üstün görürüz, şöhret olma hayali kurarız vs. En uç noktada ise, inandığımız dinler vesilesi ile ölümü inkar eder ve ölümden sonraki yaşama hazırlanırız. Ölümün yakında olduğunu hissettiğimizde ise, sıradışı davranışlar sergileriz. Politik bakış açımızı en çok etkileyen unsurlardan birisinin terör eylemleri olması gibi.
İnsan için, dünyanın gelişimi sürecinde doğadaki bir bitkiden farklı olmadığını bilmek, önemsiz olduğunu kavramak, okyanustaki bir su tanesinden farksız olduğunu kabullenmek, yaşam süresinin evrenin yaşı ile kıyaslandığında yok denecek kadar kısa bir zaman dilimini kapsadığını fark etmek, yaşadığı dünyanın evrenin büyüklüğü düşünüldüğünde mikroskobik bir boyutta olduğunu anlamak, kabullenilmesi çok zor olan hususlardır ve insan bunları kabullenmek yerine kendi yaşantısına değer verir, çevresini yüceltir, kendisini üstün görür ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya çalışır.
Tam da bu noktada duralım ve kuramı işletmelerimize (girişimcilerimize) uyarlamaya çalışalım.
Bir girişimci için de kurduğu işletme hiç batmayacak ve sonsuza kadar devam edecek bir yapı değil midir? Yüzyıllar (hatta onyıllar) boyunca ayakta kalma ihtimalinin neredeyse sıfıra yakın olduğunu bilsek de, en küçük bir girişimimizin bile sanki hiç yok olmayacağını, çocuklarımıza ve sonra da onların çocuklarına kalacağını düşünmez miyiz? Piyasa gerçeklerine aykırı dahi olsa, girişimimizin çok hızlıca büyüyüp hemen zengin olacağımızı hayal etmez miyiz?
Biraz daha öteye taşırsak, dışarıdan bakan bir gözün, işletmemizi kötü yönettiğimizi ve iflas etme riski taşıdığımızı söylemesi durumunda refleks olarak kendisini inkar etme çabasına girişmiyor muyuz? Hemen karşı argümanlar getirmeye ve bunlara önce kendimizi inandırmaya çalışmıyor muyuz? Duygusal Muhasebe başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, muhasebesel gerçekleri dahi zihnimizde çarpıtarak kendimizi inandırmaya çalışmıyor muyuz?
Kendi işletmemizi çocuğumuz gibi görüyoruz ve büyümesini, gelişmesini, hayatını sürdürmesini görmeyi arzu ediyoruz. Girişimcilerin ortak özelliklerine bakıldığında da, dünyada kalıcı bir eser bırakma arzusunun ön plana çıktığını görmekteyiz. En çok vergiyi ödediğimizde, ödüller aldığımızda ve diğer insanlar (işletmeler) tarafından takdir edildiğimizde inanılmaz derecede mutlu oluyoruz. Başarılı iş insanlarının, çevrelerinden en büyük takdiri kazandıklarını biliyor ve o noktaya ulaşmaya çalışıyoruz. “Patron” olduğumuz zaman herkesin gözünde farklı bir konumda olduğumuza inanıyoruz veya insanlar işletme kuranların ölümsüzlüğü yakaladığına inandığı için farklı ve daha yüce bir konuma yükseltiliyoruz. İnsanların ölüm korkusuyla mücadele etmek için kendi kültürüne ve aynı milletten olan kişilere sarılmasına benzer şekilde, kurum kültürümüzü oluşturuyor ve ona bağlanıyoruz. Kendi iç dünyamızın yerini, kendi iş dünyamızın almasına izin veriyoruz.
Oysa ki, gerçek tamamen farklı: Birçoğumuzun sahip olduğu veya çalıştığı işletme, iş dünyası içinde yok denecek kadar küçük. Yarın kapansa boşluğu anında doldurulabilecek kadar önemsiz belki de. İşletmelerimizin yaşam süresi, evrensel boyutlarda düşünüldüğünde çok kısa. Dahası, dünya bizim işletmemiz ve iş arkadaşlarımızın etrafında dönmüyor, İşte en yakından şahit oluyoruz, gözümüzle göremediğimiz bir virüs dahi koca koca işletmelerimizi 3 ayda darmadağın edebiliyor, doğanın gücü sermaye gücümüzü tek bir hamleyle yerle bir edebiliyor.
Şaşırtıcı bir diğer ortak nokta ise, tıpkı insanların olduğu gibi, işletmelerin de öleceklerini (iflas edeceklerini) anladıklarında verdikleri tepkiler ve panik anında aldıkları kararlar (kriz yönetimi) olsa gerek. Belki de hayatta kalabilmek için çok çalışmak, sürekli çabalamak, risklerden kaçınmaktır insanlarla işletmelerin bu anlamda ortak noktaları.
Bazı kaynaklarda Terör Yönetimi Teorisi (Kuramı) olarak da geçen düşünce hakkında detaylı bilgi için Vikipedi‘ye göz atabilirsiniz. Bu yazıda, diğer bir çok kaynakta da olduğu gibi terör kelimesi, orijinali tam karşılamadığı düşüncesiyle “dehşet” olarak kullanılmıştır.
Bir yanıt yazın