İçerisinde bulunduğumuz günlerde bireylerin, işletmelerin ve ülkelerin odağı, sağlık hizmetlerinin aksamadan verilmesinden ekonomiye ve sosyal hayata kaymaya başlamış durumda. Bu da akıllara şu soruyu getiriyor: Peki şimdi ne olacak? Bu soruya cevap vermek, bu kadar fazla bilinmeyenin bulunduğu bir denklemde oldukça zor. Bu yazıda Koronavirüs ve borçlanma üzerine düşüncelerimi paylaşmak ve bundan sonra ne olacağı sorusuna bu perspektiften bakmak istemekteyim.
İlk günlerde bireyler, kurumlar ve ülkeler öncelikli hedef olarak enfekte olmamayı önlerine koydular. Hemen ardından gelen evrede ise, salgından mümkün olduğunca korunmaya çalışırken birey, kurum ve ülke olarak ekonomik bakımdan ayakta kalınmasına gayret gösterildi. İçerisinde bulunduğumuz günlerde ise normalleşme sürecine girildi ve bu süreç tüm hızıyla devam ediyor.
Öngörülemeyen bir gelişme olmadığı takdirde, özellikle yaz aylarının bitişiyle birlikte, ekonomi üzerindeki toz bulutunun dağılacağını ve ekonomik görünümün berraklaşacağını düşünmekteyim. Burada görülecek yeni manzarada en belirgin kısmın “borçlanma” olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
Geride bıraktığımız süreçte, kısa çalışma ödeneği alan, ücretsiz izne çıkartılan ve işini kaybeden milyonlarca çalışanın gelirinde radikal bir düşüş yaşandı. Bu düşüşe rağmen temel ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olan kişiler öncelikle birikimlerini kullanmak durumunda kaldı. Ancak, bireysel tasarrufların bu denli az ve hane halkı gelirlerinin bu kadar düşük olduğu bir ülkede olması gerektiği gibi, banka kredilerine hücum edildi. Devletin de bu yöndeki teşvikleri ve kampanyalar sayesinde bir çok kişi farklı rakamlarla kredi kullanımına yönlendirildi. Özellikle esnafımız, işletmesini ayakta tutabilmek için tüm borçlanma olanaklarını kullandı ve geçtiğimiz günlerde işletmesini açabildi. Bazıları ise bir daha açma şansına sahip olamadı… Resmi makamlarca açıklanan kredi ve kredi kartı kullanım istatistikleri de bu gerçeğe işaret etmekte.
Kurumsal pencereden bakıldığında da manzara pek farklı değil. Bir çok işletme Mart, Nisan, Mayıs aylarında ödemeleri gereken kredi taksitlerini, nakit akışlarında hızlı bozulmanın da verdiği panik ve yaşanan belirsizlik neticesinde -hiç de düşük olmayan bir faizle- Haziran ayına öteledi. Kabul edilen sektörlerde faaliyet gösteren bir kısım işletme vergi ödemelerinde öteleme yapma şansı yakaladı. KGF desteklerinin devreye alınması ve özellikle kamu bankalarının kredi musluklarını açması ile birlikte de hemen her işletme kendi ölçeğine göre kredi kullandı. Kullanılan bu kredilerin bir çoğu “ötelemeli” olarak kullanıldı ve ilk taksitleri sonbahar ayları ile birlikte ödenmeye başlanacak. Daha kabul edilebilir oranlar dahilinde olsa da, tabii ki faizi ile birlikte.
Benzer şekilde devletin gelirlerinde de bu süreçte büyük düşüşler yaşandı. Özellikle vergi gelirlerinin ciddi biçimde düşmesi ve bir kısmının tahsilatının ertelenmesi devlet bütçesinde bir borç yüküne sebep oldu. Sağlık harcamaları, verilen kimi teşvikler, emekli maaş artışları gibi kimi önlemler de giderlerde artışa neden oldu. Bütçe açığının yükselmesinden de anlaşılabileceği üzere, devlet için de bir borçlanma söz konusu. Üstelik turizm gelirlerinde yaşanacak düşüş ve dış ticaret açığının artması gibi diğer sıkıntılı konularla da yakın zamanda yüzleşilmesi gerekecek.
Bir başka husus da önümüzün yaz olması ve bir çok sektörün doğası gereği yaz aylarındaki satışların azalması. Dolayısı ile yaz aylarında da bazı sektörler için olumlu seyir gözlenemeyecek.
Tüm bunların ışığında, sonbahar ayları ile birlikte gerek bireysel, gerekse kurumsal olarak finansal durumumuza, tablolara ve gerçekleşmelere baktığımızda, ciddi şekilde mücadele etmemiz gereken bir borç yükünün, adeta bir bomba gibi kucağımızda olduğunu göreceğiz. Artık hepimiz çok daha fazla borçluyuz ve bu borçlanmanın maliyeti bundan sonraki birkaç yıl boyunca Demokles’ in kılıcı gibi hemen başımızın üstünde sallanacak. Finansman maliyetlerimiz radikal bir biçimde artacak, borcu borç ile ödeme gerekliliği nedeniyle dış kaynak ihtiyacımız muhtemelen süreklilik arz edecek. Üstelik, bu süreçten zarar gören bankaların uygulayacağı daha yüksek masraf ve faiz oranları ile tekrar borçlanmak durumunda kalacağız. Kredi limitleri dolacak, kredibilitemiz düşecek, finansal tablolarımızda bozulma görülecek ve borçlanma kabiliyetimiz azalacak. Pek tabii bu durum özellikle “karlılık” üzerinde de olumsuz etki yapacak. Birkaç yılın kaybedilmesinden bahsetmekteyiz.
Sonuç olarak, Koronavirüs ve borçlanma konusunun daha fazla tartışılması ve artık tüm işletmelerin ana gündem maddesinin, abiyane tabiri ile “dönebilmek”, borçları çevirebilmek, nakit akışını sağlayabilmek olması gerektiğine inanmaktayım. Bundan sonraki süreçte şahıslara ve işletmelere verilecek desteklerin, uygulanacak politikaların ve yaklaşımların bu çerçevede sunulması fayda sağlayacaktır.
Bir yanıt yazın